İzmir, Çorlu, Enes, Taner ve Mehmet!



Gazetecilik zor meslek, stresli meslek. Kelle koltukta iş yapıyoruz. İşte Fatih Altaylı meselesi… Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi burada da durum değişmiyor. Her neyse… Zaten konuşacağız. Gazeteciliğin stresli ve zor olması zaman zaman dinlenmeyi, deşarj olmayı gerektiriyor. Bu yıl da tıpkı geçen sene olduğu gibi rotayı İzmir’e kırdım. Bunun yanına bir de Çorlu ekledim.
Diyeceğimi diyeyim; Bu İzmir’in tozunu yutmayı istiyorum. Nasıl olur, ne zaman olur veya olur mu olmaz mı bilemem. Bunu zaman gösterecek. 
Ancak geçmiş yıllara göre İzmir’de gözüme çarpan ilk mesele çöp oldu. Buca, Konak ve Alsancak civarında özellikle çöp yığınlarına denk geldiğimi söylemeliyim. Belediyede son dönemde yaşanan maaş olayları veya işten çıkarmalar bu konuda ne derece etkili takdir kamuoyunun. 

Hazır yeri gelmişken belirtmeliyim ki, toplumun bir bölümü belediye işçileri için “80 bin liralık insanlar yürüyor” diyor bir bölümü de İzmir Büyükşehir’de işten çıkarılması beklenen 1000 kişinin hakkını savunmak için stant kurup, eyleme davet ediyor. İlkine katılmamakla birlikte saygı duyarken, stanta ve eyleme davete daha yakınım. Çünkü İzmir Büyükşehir’e alınan işçilerden sorumlu olan işçi değil, iş veren. Ya hiç vermeyecekti ya da bu saatten sonra insanların ekmeğiyle oynamayacaktı.

İzmir’de çöp sorunu dışında gözüme çarpan önemli bir konu deniz. Urla’daki Kum Denizi Plajı kesinlikle aracı olanlar için ilk adres değil. İnsanların oluşturduğu yoğunluk denizin rengini değiştirmiş desem yanılmış olmam. Ancak benim gibi toplu taşımayla gidecek olanlar için Urla bölgesi gözlemlediğim kadarıyla biçilmiş kaftan. Çünkü hem ulaşım olarak kolay hem de güzel. Zira Bornova’dan Urla’ya yaklaşık 2.5 saatlik yolcuk yaptım. Söz konusu yolculuk esnasında Urla tabelasını görünce herhangi bir durakta inip denize girebilecek bölgeler bulmak mümkün. 

Deniz ve çöp dışında bir diğer mesele Zübeyde Hanım’ın anıt mezarı. İlk kez gittim. Açık söyleyeyim beklediğim gibi değildi. Anıt bir mezar, cami, hayrat ve ufak bir çay bahçesi. Beklentim, bir müze, bir cami ve anıt mezardı. Çıkmadı. Yıllardır CHP’nin “kalesi” olan İzmir’de bir müze yapılıp insanların ziyaretine açılabilirdi. Yapılmamış. Dedim ya, umduğumu görmedim. 




İzmir’de gözümü çarpan diğer mesele toplum. Ben üniversite yıllarımdan beri neredeyse her yıl İzmir’e geliyorum ve şunu görüyorum insanların birbirine olan yaklaşımı.

Bakınız.

Bu kentte giydiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz, yaptığınız veya yapmadığınız şeylerden siz sorumlusunuz. Ötekileştirmemek, aslında her ne kadar sıradan bir şeymiş gibi görünse de  artık kaybettiğimiz için dikkat çekiyor. Belki Ak Parti’nin İzmir’i bugüne kadar alamamasındaki temel etmenlerden birisi de budur.  Ancak belirtmeliyim ki, kimi çevreler yeni dönemde son yaşananların ardından İzmir’i Ak Parti’nin alabileceğini dahi söylüyor. İzmir’de olmak, Mehmet’i ve diğer arkadaşları görmek, İzmirlileri görmek güzeldi. İzmir bitince rotayı bu kez Çorlu’ya kırdım.

Çorlu’da iki sevgili dostum vardı. Birisiyle görüşmedik. Kaldı ki, epeydir de görüşmüyoruz. Ancak, Enes’le geçirilen zaman kıymetliydi. Sanırım arkadaşlığımız karşı tarafın isteğiyle sona erdi.

İki gün geçirdik ki buna bir de Taner’i de ekledik.  Hem İzmir’de hem de Çorlu’da sahici dostlarla olduk, güldük, eğlendik. Üniversite bittikten sonra görüyorum ki, çevremde bir elin beş parmağını geçmeyecek dost, arkadaş kalmış. Kimi vefasızlıklara üzülsem de bugün hala daha görüşebildiğim, konuşabildiğim insanların kalması güzel. Ama her güzel şeyde olduğu gibi bu da erken bitti.

Yeniden başlayacağız… Hem de yoğun bir gündemle. CHP’deki yüksek tansiyonu, ekonominin durumunu, ormanların yanmasını, eğitimi, toplumu… Kısacası olanı biteni konuşmaya başlıyoruz. Ayağımıza taş değmemesi dileğiyle…



Daha yeni Daha eski