1906 yılında Ankara’da doğdu. I. Dünya Savaşı’na sayılı yıllar kala dünyaya geldiğinde isminin ilkler arasında yer alacağından kendisinin dahi haberi yoktu. I. Dünya Savaşı’nın etkisinden kurtulmaya, yeniden ayağa kalkma çabası göstermeye çalışan Osmanlı Devleti o çabanın içinde kayboldu. O kayboluş Anadolu topraklarında Mustafa Kemal’in öncülüğünde yeni ve modern bir devletin ilk adımlarını atmayı sağladı. Kendisi de modern devletin ilk öğretmenlerinden birisi olmak için 1925 yılında İzmir Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Modern Türkiye’nin ilk öğretmenlerinden birisi olmaktan ziyade kendisi ilk resmi nikahla evlenen kadın olarak adını tarihe yazdırdı.
Fatma Zehra’dan söz ediyorum. 1925 yılında İzmir’deki
okuldan mezun olduktan sadece bir yıl sonra tıpkı kendisi gibi öğretmen olan
Fuat Say ile evlendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk resmi nikahı olarak kayıtlara
geçen resmi nikah, o günden berri devam ediyor. Devlet bazında tek geçerli olan
resmi nikahla birlikte bugüne kadar milyonlarca insan evlendi, dünya evine
girdi. Yaşam mücadelesi içerisinde hayatlarına bir şekilde ya devam ediyorlar
ya da belirli bir süre sonra yolları ayırıyorlar.
Ancak mesele kimin nasıl evlendiği, evliliğin sürüp
sürmediği, resmi nikah meselesinde değil. Ben Erdoğan’ın sözlerine geleceğim.
Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde “Bizim milletimizin aile kavramı noktasında
geçmişten bugüne farklı bir kutsiyeti var. Onun için de tabii bu kavrama hep
birlikte sahip çıkmamız lazım. Gençler nedense evlenmiyor, boşanmalar artıyor.
Erkekler kızlara karşı, kızlar erkeklere karşı evlilikte çok sıkıntılı. Kızlara
erkek, erkeklere kız beğendiremiyoruz. Bunu aşmamız lazım. Ben 25 yaşında evlendim. Ama şimdi bakıyoruz;
30, 35, 40... alıp başını gidiyor. Bir an önce evliliği yapmak lazım” dedi.
Bakınız.
Bu ilk değil kaldı ki sonda olmayacak. Erdoğan’ın
sözleri her ne kadar kamuoyunda geniş yankı bulmamış olsa da hem konuşmaya hem
de yazmaya değer. Zira meselenin birkaç boyutu var. En birincisi işin ekonomik
kısmı. Türkiye’de artan masraflar her şeyi olduğu gibi evlenmeyi de etkiliyor. Tek
tek yazmama gerek yok. Zira bu yazıyı okuyanların aklına o masrafların neler
olduğu geliyordur. İBB’nin haziran ayında
yaptığı bir değerlendirmeye göre, kına, nişan, takılar ve balayı hariç bir
evliliğin masrafı 600 bin lira. Hükümetin bu noktada sağladığı destek 150 bin
lira. Yani yarısı bile değil. Kaldı ki ortada nişan, kına, takı vesaire de yok.
Onları da eklersek verilen para devedeki kulaktan öteye geçmez.
Meselenin ikincil boyutu kadın ve kutuplaştırma. Neden
bunu söylüyorum. Bu hükümetin bugüne kadar kadın ve aileye yönelik bilerek ya
da bilmeyerek söylediği sözler vatandaşların bir bölümü veya tamamı için telafisi
ve affı olmayacak nitelikteydi. “Anneliği reddeden kadın yarımdır” sözünden
tutun da “Bir kadın annelikten imtina ediyorsa kadınlığını inkâr ediyor demektir”
ifadesine kadar birçok söz var. Kişilerin daha doğru bir ifadeyle kadınların yaşam
tarzına veya neyi isteyip neyi istemediğine bakmak ne belediyelerin ne de hükümetlerin
görevi. Onların görevi, anne ve baba olacak insanlara, evleneceklere,
geçinemeyenlere en iyi imkanları sunmak. Kısacası sosyal devlet olmak.
Geleyim başka bir noktaya kadın cinayetlerine.
Allah aşkınıza. Nasıl olacak bu! Türkiye’de her gün kadınlar
fiziksel ya da psikolojik olarak bir şiddette maruz kalırken evde, sokakta,
işte, okulda, alışverişte, otobüste kısacası hayatın her alanında kendisini güvende
hissetmezken ve salt bunun için dahi yurt dışının yolunu gözlerken siz bunu nasıl
sağlayabilirsiniz.
Kadınların ve çocukların kısacası bireylerin can ve
mal güvenliğini garanti altına almadan bunu sağlamak ne kadar mümkün? Cumhurbaşkanı
evlilik sorununu aşmamız lazım kimse evlenmiyor diyor. Toplumsal olarak gelinen
noktada insanları ekonomik, sosyal ve sınıfsal olarak zor durumda bırakarak,
nabza göre şerbet vererek bu sorunu aşmak imkansız.