Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Ünivesitesi’ne rektör olarak ataması gerçekleşen ve atandıktan sonra da Boğaziçi Üniversitesi öğrencileriyle beraber tüm Türkiye’de atamaya ilişkin tepkiler geldi. Egeses Haber gazetesi Haber Müdürü Aziz Muhammet Ulubaş da Röportaj Masası’nda bu konuyu ve daha fazlasını Öğretim Elemanları Sendikası Genel Başkanı Dr. Vahdet Özkoçak’a sordu. Dr. Özkoçak, öğrencilerin siyasi kimliği olan birinin atanmasına tepki gösterdiklerini ve bu durumun da anayasal bir hak olduğu söyledi.
Aziz Muhammet Ulubaş: Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Vahdet Özkoçak: Biliyorsunuz önceki dönemlerde rektörler
üniversitelerde öğretim üyesi statüsündeki öğretim üyelerinin (Dr. Öğr. Üyesi,
Doçent ve Profesörler) oy kullanarak ilk 3 sırayı belirlemesi ve bu ilk 3
sıradaki adayların isimlerinin de YÖK’e gitmesiyle ve en son da sn.
cumhurbaşkanının kararıyla ataması gerçekleşiyordu. Bu sistemin bir yönü de
rektörün aynı üniversite içinden gelmesiydi. Sonra olağan üstü hal döneminde
çıkan KHK’ların birinde rektörlük atama sistemi de değişti ve rektör olmak
isteyen profesörlerin kıdem şartı aranmadan doğrudan YÖK’e başvurmaları ve yine
sn. cumhurbaşkanının kararıyla atama gerçekleşir hale geldi. Atamanın kanuna
uymadığına dair tartışmalar bulunmaktadır. Her ne kadar 2547 sayılı kanun
dışarıdan başvuruları engellemese de seçim ortamında atanma şansı
bulunmamaktadır.
“REKTÖRÜ VE SİSİTEMİ
ELEŞTİREN BİR ÖĞRENCİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ”
Aziz Muhammet Ulubaş:
Melih Bulu’nun atanmasına hem Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin hem de
farklı üniversitelerdeki öğrencilerin bu kadar çok tepki göstermesi neyin
göstergesi?
Dr. Vahdet Özkoçak: Günümüzde özellikle üniversite geleneği
oturmuş ve dünya standardındaki üniversitelerin öğrencileri bizim dönemlerimize
göre daha özgür, daha duyarlı olduğunu görebilmekteyiz. Eskiden fakültedeki
hocasının odasına dahi girmeye çekinen öğrenciler varken bugün üniversitesine
atandığı rektörü ve sistemi eleştiren bir öğrencilerle karşı karşıyayız.
Öğrenciler yıllar geçtikçe gelecekleri ve eğitimleri konusunda daha fazla söz
sahibi olmak istiyor. Özellikle üniversitelerimizde öğretim görevlisi ve
öğretim üyesi atamalarında alenen görülen liyakat dışı kişiye özel kadrolar ve
atamaların sonuçları öğrenciler tarafından da görülmektedir. Bu tepkilerden
korkmamalı öğrencileri dinlemeli ve onların isteklerine cevap vermeliyiz.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Prof. Dr. Melih Bulu dün yapmış olduğu açıklamada öğrencilerin yanında olduğunu
söyledi fakat öğrenciler sırtlarını dönerek tepki koydu bu bize neyi gösterir?
Dr. Vahdet Özkoçak: Öğrenciler
yalnızca yüksek puanlarla girdikleri, köklü bir geleneğe sahip olan, dünya
standardındaki üniversitelerine dışarıdan ve tek niteliği siyasi kimliği olan
birinin atanmasına tepki gösteriyorlar bu durum akademik ve anayasal hak ve
özgürlükler kapsamında değerlendirilmeli ve dikkate alınmalıdır.
“SİYASİ GEÇMİŞİ GEÇMİŞTEKİ BAŞARILARINI GÖLGELEDİ”
Aziz Muhammet Ulubaş:
Prof. Dr. Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanabilecek düzeyde bir
akademik geçmişe sahip mi?
Dr. Vahdet Özkoçak: Melih Bulu’nun ODTÜ’den lisans, Boğaziçi
Üniversitesi’nden de yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladığını
görüyoruz. Ayrıca kendisi savunma sanayiinde de önemli görevlerde bulunmuş
başarılı bir akademisyen. Ayrıca vakıf üniversitelerinde de rektörlük
tecrübesinin bulunmakta. Kendisinin siyasi geçmişi ve bu geçmişi nedeniyle atlanıldığının
düşünülmesi geçmişteki başarılarını gölgeledi. Bu kendisi için bir şansızlık.
Keşke bu şekilde anılmadan atanmış olsaydı.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Akademisyenlerin ama özellikle de
üniversite öğrencilerinin rektörlere karşı bakış açısını nasıl
değerlendirirsiniz günümüz Türkiye’sinde rektör sorunu mu var?
Dr. Vahdet Özkoçak: Yeni nesil öğrencilerimizin dayatmadan
hoşlanmadığını ve kendilerini yönetecek kişilerin seçiminde söz sahibi olmak
istediklerini görüyoruz. Benim geçmişte de yaptığım açıklamalarda belirttiğim
üzere rektörlük seçimleri o üniversitedeki öğrencilerin ve tüm personelin de
dahil olduğu bir seçim süreci ile gerçekleşmeli. Bu sistemde direkt
cumhurbaşkanlığından gelen rektör bunu gerekçe göstererek akademisyenlerin ve
öğrencilerin taleplerini görmezden gelebiliyor maalesef. Tepeden atamayla gelen
rektör üniversite çalışanlarının ve öğrencilerin önceliklerini dikkate almıyor.
Üniversitelerin rutinlerini idare ediyor ve sadece fiziksel yapı ile
ilgileniyor. Rektörlerin atandığı
kurumların kültürüne, personeline ve öğrencilerine karşı kendini sorumlu
hissetmesi önemli bir gerekliliktir.
“HERKESİN OY
KULLADNIĞI BİR SİSTEM”
Aziz Muhammet Ulubaş:
Bugünün Türkiye’sinde rektörler cumhurbaşkanı tarafından atanarak göreve
başlıyorlar sizce atama ile göreve başlayan bir rektör mü, yoksa üniversite
tarafından seçilmiş bir rektör mü?
Dr. Vahdet Özkoçak: Seçilmiş bir rektör ama üniversitedeki
herkesin oy hakkının olduğu bir sistem. Yurtdışında birçok başarılı örnek
bulunmakta bu konuda… Bu aynı zamanda kurumsallık ve kurumsal sahiplenme için
de önemli bir gereklilik. Özellikle ülkemizde üniversitelerin özerk olduğunu
ideal durumu düşündüğümüzde atanmış bir rektörlük görevlendirmesinin sebep
olabileceği olumsuzlukları kısmen görmeye başladık. Tepeden yönetim değil
adem-i merkeziyetçi kürsülerin daha fazla söz sahibi olabileceği yani rektör
yetkilerinin paylaşıldığı Kaizen felsefesinin hakim olduğu bir sistemi
önceliyoruz.
Aziz Muhammet Ulubaş: Türkiye’de bakıldığında her ilde üniversite var
ama ilk 100 içerisinde tek bir üniversite dahi yok. Bununla ilgili
düşünceleriniz nedir?
Dr. Vahdet Özkoçak: Bu durum tam özerklik, özgür akademik
ortam ve bütçe ile alakalı bir durum. Öğrencilerin ve akademisyenlerin kendini
rahat hissettiği, sosyal ve özlük haklarında problem olmadığı zaman daha
kaliteli bir eğitim ve bilimsel çalışmaların olacağını rahatlıkla
söyleyebiliriz. Buna ek olarak ekonomik olanakların da iyi olması gerekiyor.
Bugün ABD’deki önemli üniversitelerden bir tanesinin yıllık bütçesi
Türkiye’deki tüm üniversiteler için ayrılan kaynaktan çok daha fazla.
Üniversitelerin ar-ge yatırımları sonucunda üretimlerini pazarlamaları ve kendi
kaynaklarını yaratmaları durumda çok daha üst sıralarda yer aldıklarını
görüyoruz. *****
Aziz Muhammet Ulubaş:
Boğaziçi Üniversitesi'nde asılan kelepçe akademik camiada ve Türkiye'de neyin
göstergesi?
Dr. Vahdet Özkoçak: Duyduğumuz kadarıyla olayla ilgili
soruşturma açılmış olup ilgili kişilerin ifadeleri alınıyor. Soruşturma
sonucunda daha net yorum yapabilmekle birlikte gerek protestoların gerek ise
alınan önlemlerin demokratik olması önem taşımaktadır.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Türkiye’de akademisyen olmak basitleştirildi mi?
Dr. Vahdet Özkoçak: Akademisyenlik bir iş değil motivasyonla
yapılabilecek bir kariyer mesleği. Günümüzde öğrencilerin kendilerine uygun bir
iş bulamadığı için lisansüstü eğitime ve akademisyenliğe yöneldiğini görüyoruz.
Bugün hangi olay, neden olursa olsun görüşleri alınmak üzere komisyonlara
alınan ya da ekranlara çıkarılan kişiler akademisyenlerdir. Bu güvenin
karşılığını bulabilmek ve verebilmek için yeni yetişen genç akademisyenlerin de
kaliteli bir şekilde gelmesi gerekiyor. Sıklıkla haberlerde gördüğümüz liyakatsiz
atamalar, eş, dost, akrabaya çıkarılan kadrolar maalesef akademisyenliğin
toplum tarafından basit görülmesine neden olmakta.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Bu protestoların yarattığı durum
ilerleyen zamanlarda gerçekleşmesi muhtemel olan atamaları durdurabilir mi ya
da Bulu rektörlük koltuğundan alınabilir mi?
Dr. Vahdet Özkoçak: Kendisini tanıdığımız kadarıyla sn.
Erdoğan bu konularda geri adım atabilecek bir profilde değil. Sn. Bulu’nun
kendi istifa etmediği takdirde görevden alınmasını ihtimal dâhilinde
görmüyorum. Bürokratların da sn. Erdoğan’a yanlış bilgiler vererek atama
yaptırdıklarını geçmişten görebiliyoruz.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Hükümetin bilime ve üniversiteye karşı
bakışını nasıl görüyorsunuz?
Dr. Vahdet Özkoçak:
Üniversitelerin dünyanın her yerinde özgür düşüncenin ve yaşamın egemen olduğu
yerlerdir. Gelişmiş devletlerin üniversitelerdeki özgür düşünceyi ve bilimsel
çalışmaları desteklediğini ve buna müdahale etmediklerini görüyoruz. Ülkemizde
henüz bunu tam olarak göremesek de ilerleyen süreçlerde bu konularda önemli
adımlar atılabileceğini düşünüyoruz.
Aziz Muhammet Ulubaş:
Türkiye özgür düşünce ortamından
uzaklaştı mı?
Dr. Vahdet Özkoçak: Özgür düşünce toplumsal bir olgu.
Toplumun özgür düşünceden yoksun olduğu yerlerde üniversitelerde de bunun
olamayacağını iyi biliyoruz. Doğumla birlikte aileden başlayan eğitim sürecinde
çocukların düşüncelerine değer verildiği, tercihlerinden dolayı baskı altında
olmadığı bunun devamında da okullarımızda bireyselliğin önem kazandığı ve
desteklendiği eğitim programlarıyla ileriki kuşakların daha özgür bir toplumda
yaşayabileceğini söyleyebiliriz.
“İL BAŞKANLARININ
ÜNİVERSİTEDE ETKİLİ OLDUĞUNU DUYUYORUZ”
Aziz Muhammet Ulubaş:
Üniversiteler ve siyaset. Bu iki
kelimeyi nasıl değerlendirirsiniz?
Dr. Vahdet Özkoçak: Tamimiyle zıt kavramlardır. Siyaseti
üniversitelere soktuğumuz zaman üniversitelerin özerk yapısından ve özgür
düşünceden taviz vermiş oluruz. Siyasetteki kokuşmuşluk üniversitelere geçtiği
zaman bundan bu kurumlardan mezun olacak öğrenciler de etkilenmekte ve domino
taşı gibi bu kokuşmuşluk tüm topluma yayılmakta. Ülkemiz açısından da bu konuda
gelişme göstermemiz gerekmekte. Özellikle küçük illerde siyasi partilerin il
başkanlarının üniversite üzerinde etkili olduğunu ve alınan kararlara ya da
alınan personele etki ettiğini duymaktayız. Bunu önemsememiz ve siyaseti
üniversitelerden uzak tutmamız gerekiyor. Bu durum akademisyenler siyasete giremez
olarak algılanmamalı. Akademisyenlerin de siyasi görüşü olabilir. Fakat bu
durumu işine ve öğrencilerine yansıttığı ya da bunu kullanarak görevde
yükselme, kadro gibi işlere yönelttiği takdirde buna müdahale edilmeli. Siyaset
yapacak akademisyen ya da yöneticiler cübbelerini çıkarıp aday olabilirler.
Fakat geri dönüşlerde de siyasi kimlikleri nedeniyle liyakatsiz şekilde
görevlere atanmasının önüne geçmeliyiz.
Aziz Muhammet Ulubaş:
YÖK’ün tutumunu nasıl değerlendirdiniz?
YÖK sizce kalkması gereken bir kurum mu?
Dr. Vahdet Özkoçak: YÖK bildiğimiz üzere 1982 darbesinin
ürünü. Geçmiş dönemlerde üniversitelerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duran
YÖK günümüzde Yeni(!) YÖK adıyla hiçbir sorumluluk almayıp yetkiyi atanmış
memur gözüyle bakılan rektörlerin yönettiği üniversitelere bırakarak süreci
yönetmeye çalışmaktadır. Günümüzde
akademisyenlerin hiçbir problemine çözüm bulmayan ve kaçak güreşen YÖK’ün
varlığının sorgulanması son derece doğal.
